the_wall
the_wall (üye)
Ankara / Firma

Fotograf Sanatı Hk. 1 The_wall’un Yolluğu

ön plada 1/ 3 oranında ıslık çalan rüzgarın etkisi ile dağılmış başaklar ve kadrajın kirli mavisine düşük örtücü hızı ile asılmış tohumların arasından koşan üstü çıplak, çuval ipinden kemerli pantolonu ile bir köy çocuğunun, netlik noktasına çakıldığı bir komposizyondu beni “ fotografa “ çeken…

Tez oldu çantamı sırtlanmak ve uzun sürdü anlamak…
Derya denizi imiş, Leylasız mecnun muş da fotoğraf, yavaş yavaş öğreniyor insan… Varmak için se deryasında leylasına illede ışıksız çıkmamak lazım mış yollara…

Ilk molamda yolluğumda ki fotografları sevdim doymadım. Doyamadım.
Koşan çocuğa baktım tekrar….


Neden, neyi ve nasıl kadrajladığımı düşündüğümde kafama vuran bir kaç sıkıntımı siz değerli dostlarım ile paylaşmak istedim… belki uzattım belki daha bu ne ki

Okullarda öğretilen sanat dallarını hatırlarız. Müzik,resim hatta ev ekonomisi ( isimi hala ilginç gelir ) derslerinde… sonrasında daha teknik ifadeler daha entellektüel kelimeler… Yüzey Sanatları, Hacim Sanatları, Mekân Sanatları, Dil Sanatları, Ses Sanatları, Hareket Sanatları, Dramatik Sanatlar . . .

Ya Fotograf bunun neresinde ya da biz hangi köşesine tutunuyoruz.

Geniş açı, tele,f 1.4-f1.8- Hız: 1/ 8000 iso 3 600, iso 50, kontast,keskinlik,derinlik, ton geçişi,altın nokta, manipülasyon v.s v.s…
Bunca arzın sebebi sadece anı dondurmak olabilir mi diye düşündüm…
Ben sanmıyorum.

Bu noktada sonuçlar için zamanın hegelini,pascalını,einhstainını taklit etmek mi lazım.belki de ama freud olup çocukluğumuza da inmeye gerek yok. Soru ve cevap yeterli olacaktır sanıyorum. Ve en önemlisi işte tam da bu noktada siz değerli arkadaşlarım ile bu forumu paylaştım… ceveplar….

FOTOGRAF ;
- Baskı,sunum kalitesi
- Mekan – model
- Komposizyon,anlatım,işlenilecek eylem, fiiller
- Anlatımsal bütünlük,arka alan,derinlik
- Anlatımdaki vurgu önceliği
- Kadraj yerleşimi
- Zaman ve Kronoloji bilgisi
- V.s
- V.s

İşte beni aç bırakan ısırsam da yutamadığım yutsam da çıkaramadığım yolluğumdaki sorularım.
Ve naçizane cevabım…


Bir bütündür fotograf, bir parça değil. Detaylarına indiğimde farkında olmadığımı fark ediyorum.

Ve fotograf diyorum
bir tutam yüzey ( doku,baskı sunum kalitesi ve uzun vadeli sunum, saklama v.s )
Bir fincan hacim ( odak uzaklığımız ile belirleyebildiğimiz görsel alan )
Bir tatlı kaşığı mekan ( olmazsa zaten olmaz )
Kurutulmuş dil ( sunumunuzda ki kültürel değerler _ olmalı_oluyor da )
Damıtılmış saf ses ( çığlığı çığlık atmadan anlatabilmek )
Kıyılmış taze hareket ( motion blur_örtücü hızı )
2 ezilmiş dramatik ( fiiller )



Bireylerin tasavvuru değildir fotoğraf, kendi iç dünyanızın yansıması yada. Gerçekte olanı belirli oranlarda pişirildiği bir aş. Ateşi gözler…
Halbu ki;
Ressamın ışığı kendindendir. Sen nerden istersen ordan ve istediğin kadar vurur. Gerçek deildir.
Heykeltraşın ifadesi spatulasında. Monolizaya faça da atabilrdi istese ressam.
Gitaristin notası hayali kadar uzun. En uzun hikayeler bile 16 lık notalar ile anlatılabilir halbuki en uzun notaların bile kısa kalacağı. Gerçek değildir.
dansçının vucüdü istediği kadar kıvrak.
şaririn leylası bana bacı
v.s v.s v.s


Zamanın saygıdeğer aşçıları hayatlarını; Karanlık oda denen mutfakta buna benzer yemekleri bizlere sunmak için geçirmişler….
Şimdi fotograflarıma dönüp baktığımda ya tuzu eksik, ya şekeri ya yağı diyorum…

Ve dönüp iyi bir aşçının elinden çıkmış

ön plada 1/ 3 oranında ıslık çalan rüzgarın etisi ile dağılmış başaklar ve kadrajın kirli mavisine düşük örtücü hızı ile asılmış tohumların arasından koşan üstü çıplak, çuval ipinden kemerli pantolonu ile bir köy çocuğunun, netlik noktasına çakıldığı bir fotograf….a bakıyorum… üzülüyorum…

Saygılar değerli arkadaşlarım…

Ahmet YILMAZ ( the_wall )

Tarih: 12 Kasım 2009, 11:17 - İp: 212.***.**9.16
ozge71
ozge71 (üye)
Ankara / Amatör

Küçüktüm. Küçük çocuklar vardı, bir gondol salıncakta sallanan, bir de Kodak’ın “Bull’s Eye" elimde. Dede askerken Amerika’ya gidip getirmiş, değil ben annem bile yokmuş o zamanlar. Tek kullanımlık tek bir flaş lambası, içerde de zar zor bulunmuş makineye uyan SB 8 poz. Kullanacağım diye tutturmuşum ama?! Gerisi gelmemiş.

Bugün ne o fotoğraf elimde, ne de makine; makine kardeşimin oldu, bense yıllarca hiçbir şey çekmedim. Taa ki kötünün kötüsü bir dijital makineyi bir arkadaşımın elinde görüp de “benim tez deneylerimi yapışımı çeksene” diyene kadar. O kötü çekimler ilham verdi, bu kez minicik bir kompakt makineyi aldırdım aileme, yılbaşı hediyesi diye ama aslında zorla Eh hakkını vermek lazım, parası çıkmalı; fotoğraf çekmeyi değil ama makineyi kullanmayı ve bozmayı öğrendim.

Ne küçükken, ne de bugünümde değişmeyen bir şey var. Fotoğraf makinesini elime almamışken, çekmeyi bilmezken, poz vermekten nefret ederken bile hep severdim fotoğrafı. Dergiler biriktirir, fotoğrafları keser saklardım: insanlar, mekanlar, yemyeşil ağaçlar, deniz, nehir ve göller, sahnede dans edenler, film setinde çekilenler, yiyecekler, içecekler, giyecekler, şehirler, sokaklar ama ille de fotoğraf saklardım. Demek ki varmış, günü gelsin diye beklermiş. Peki geldi mi diyeceksiniz? Hiç sanmıyorum. Ben hala ancak çeker gibi yapıyorum. Gerçi çok şey biliyorum ama şu var ki ne kadar çok bilmek yetmiyor. Diyafram bilmezken ya da “iso”yu duymamışken, alan derinliği hak getire iken de duygu vardı, tek farkla, makine çekerdi ben de beğenir ya da silerdim.

Bu konunun sahibi kadar duygulanım, fotoğrafla yaşamak , onu yemek içmek, okuduklarını , dinlediklerini fotoğrafa çevirmek herkese nasip değildir. Ama bu arada nasibini almışla tanışıp ilhamından bir parça çalmak da az şey değildir.

Sanat bunun neresinde; sanatçısına sormuşlar “ben sanatçı değilim” demiş. Ama bakınca sanat tarihi, kompozisyon, felsefe bilen adam, resim, müzik ya da edebiyatla uğraşan insan farklı görüyor, farklı çekiyor fotoğrafı. Eh demek ki teğet de olsa geçiyor bir yerinden “sanat” fotoğrafın. Kendi sanat kabul edilmese de sanatla flört ediyor, hatta bazılarımız için aşk yaşıyor. Ve içimizdekini açığa çıkarıyor fotoğraf; çünkü onu sadece bilgi anlamında değil ama bizi geliştiren tüm o okuduklarımızla, izlediklerimizle de besliyoruz. Belki bir ressam gibi ışığını boyadan almıyoruz ama beynimizin tercihiyle yönlenip birbirimizden farklı değerlendiriyoruz onu. Aynı yöne bakıp farklı şeyler görüyoruz; birimizin saat 4 de sevdiği ışığı diğeri 7 olmadan kullanmıyor. Kimisi kalabalığı çekiyor, bazısı içinden “tek” olanı görüp ayırıyor ; kimisi karanlıkların adamı, bazımız rengarenk…Evet, ressamın ışığı kendindendir ve heykeltraşın ifadesi spatulasında ama bir ortak yan var ki onlar gibi fotoğraf aşığının da ilhamı beyninde ve o kapının anahtarı da göz; gören bir göz.

Ve son olarak, bu konunun sahibinin fotoğraflarında tuz, şeker, ya da yağın eksik olması beni üzmez. Neden mi? Çünkü hiçbir şey eksik olmasaydı artık heyecan duyulmaz, tekrar denemek istenmezdi, paylaşılmaz, konuşulmaz, seyredilip ilham alınmazdı. Şöyle sorayım; duvarda tozlanan bir çerçeve içersinde kendi mükemmeline bakıp kendinle gurur duymak mı iyidir? Yoksa onu aşmaya çalışmak demek, kendini aşmaya çalışmak mı demektir?


"Ön plada 1/ 3 oranında ıslık çalan rüzgarın etkisi ile dağılmış başaklar ve kadrajın kirli mavisine düşük örtücü hızı ile asılmış tohumların arasından koşan üstü çıplak, çuval ipinden kemerli pantolonu ile bir köy çocuğunun, netlik noktasına çakıldığı bir fotograf…." a bakıp üzül bence de sevgili arkadaşım. Ama seni sen yapan bu yapının üzerine seni büyüten, güzelleştiren bir taş daha eklemek için sadece..

Bilmem anlatabildim mi?

 

Tarih: 12 Kasım 2009, 13:41 - İp: 80.***.**3.187
  • 1